Müzik evrenseldir diyorlar..
Bizde müziğin evrenselliğinden yola çıkarak Arabesk müziğin ülkemizde ortaya çıkışının gelişimine ve sebeplerine bir göz atalım istedik ..
Türkiye’de zaman içindeki ekonomik ve siyasi alandaki köklü değişimler birçok insanın hızlı modernleşme ve şehirleşme ile olan mücadelesini kaybetmesine sebep olurken; köyden kente büyük göçleri de beraberinde getirdiği görülmektedir..
Köyden kente göçler ile kendileri için bir arayış içerisine giren bu alt kültür mensupları var olan düzen içerisinde kendi mimarilerini, yaşam biçimlerini ve müziklerini de oluşturmak durumunda kalmışlardır..
Kültürel gelişimlere baktığımızda dünya üzerinde var olan müzik türlerinin çoğununda genel çerçevede kendi tarihini, kendi ideolojisini yansıttığı dikkat çekerken, bundan dolayıdır ki müzik türlerinin geneli, ait olduğu tarihsel ve toplumsal bağlamdan bağımsız gelişmemiştir.
Öncelikle modern Türkiye’de müzikal sürecin değişimi ve gelişimi birçok farklı olaylar zinciriyle olmuştur..
Burada yazıma kaynak olan arabesk müziğe bakacak olursak, bu müzik çeşidinin de 1960’larda asıl kimliğini kazanmaya başladığını kaynak yazılarda görmekteyiz..
1960’lı yıllar Türkiye’de arabeskin gençlik dönemi olarak da ifade edilebilir. Zira geçmiş yıllara göre icra stilleri daha belirgin bir hale gelmeye, Arap müziğiyle birbirinden ayrılmaya başlamıştır.
Aynı zamanda 1960’lı yıllarda kayıt teknolojileri daha ideal bir seviyeye gelmiş, farklı plak tipleri ortaya çıkmıştır. Farklı plak tiplerinin yanısıra artık kaset sektörü dediğimiz yeni bir sektör de bu süreçte gelişmiştir.
Almanya’da 1963 yılında Philips markası adeta bir devrim yapıp kaset teknolojini icat edince, bu gelişme plak sektörünün hızlı bir şekilde sona ermesine neden olmuş ve kaset sektörü hayatımıza girmiştir..
Kaset sektörünün Türkiye’de asıl yaygınlaşma dönemi 1970’ler ve sonrası olmuş ve kısa sürede kasetten kasete hızlı kayıt yapan makineler ithal edilmeye başlanmıştır…
1980’lerden sonra kaset fabrikaları kurulmaya başlanırken, kurulan fabrikalarda üretilen kasetlerin ithal kasetlerden daha ucuz oluşu nedeniyle tüketim de müzik sektöründe ciddi anlamda bir artışla zirve yapmıştır..Çünkü kasetlerin plaktan daha fazla şarkı kaydedebilmesi halk tarafından yoğun bir talebe sebep olmuştur…
Kaset döneminin iyice zirveye tırmandığı 1980’li yıllar, Türkiye’de arabesk müzik üretiminin de en yoğunlaştığı bir dönemdir. Bu bağlamda Türkiye’de arabesk müziğin orkestrasyonun gelişiminin bu dönemlerde olduğu ifade edilmektedir.
Bakıldığında arabesk müziğin diğer müzik tarzlarına nazaran geniş ve serbest bir orkestrasyona sahipliği hemen dikkat çekmektedir…
İcra edenler olarak bu alanda yeni oluşan ve ortaya çıkan bir çok isim arabesk müziğin şekillenmesinde önemli bir rol oynamış ve buna bağlı olarak “Küçük Emrah”, “Küçük İbo” ve “Küçük Ceylan” gibi örneklerin çoğalmasına sebep de olmuştur.
1980’li yıllara baktığımızda arabesk müzikte var olmaya başlayan Müslüm Gürses’in albümlerini incelediğimizde farklı aranjörlerle çalışmasına rağmen hemen hemen tüm albümlerinde yaylı grubu kullandığı, Arap müziğine veya Batı müziğine ait ritim kalıpları çalan ritim grubu ve bir altyapı çalgısı ile genel olarak şarkılarını icra ettiğini görmekteyiz…
Türk müziği tarihçesine baktığımızda 1960’tan 1980 yıllarına kadarki süreçte yoğun bir baskı ve sansür sürecinden geçen arabesk müzik, 1980’li yıllara gelindiğinde biraz daha esnek bir hal almış ve kitlelerde dinlemeye yoğun bir şekilde başlamıştır.
1980’li yıllarda Orhan Gencebay’ın TRT’de yılbaşı programına çıkıp Yarabbim isimli şarkısını seslendirmesi aynı şekilde özel günlerde İbrahim Tatlıses, Mine Koşan, Ferdi Tayfur gibi arabesk sanatçılarının TRT’ye konuk olabilme imkanı elde edebilmeleri hem arabeskin hem de bir zamanlar sansürlenen sanatçıların bu bağlamda önünün açılmasına da imkan yaratmıştır…
Birde 1988’li yılların başlarında dönemin başbakanı Turgut Özal’ın katıldığı bir davette Orhan Gencebay ile samimi bir sohbette bulunması, sonraki dönemlerde İbrahim Tatlıses ile karşılıklı düet yapması, bu durumun ‘Arabeske Başbakan düzeyinde destek’ şeklinde sunulmasına neden olmuştur
1989’da art arda gelen kırılma noktalarına yeni birde Bülent Ersoy olayı eklenmiştir.Çünkü Bülent Ersoy’un Türkiye’de sahneye çıkması 1980’li yıllarda yasaklanmış, bunun üzerine Bülent Ersoy da Batı Almanya’ya gitmiştir.
İşte tamda bu nedenle Televizyonda yayınlanacak bir resepsiyona o zamanın Başbakan eşi olan Semra Özal’ın, Bülent Ersoy’un da katılmasında ısrar etmesi;dönemin tek televizyon kanalı ve devlet televizyonu olan TRT içinde ciddi karışıklıklara ve krizlere sebebiyet de vermiştir.
Farklı kültürlerin bir arada bulunduğu büyük metropollerde farklı müzik tiplerinin bir arada bulunmasını göz önünde bulunduracak olursak, aynı yıllar içerisinde gelişen taverna kültürü de bu noktada dikkat çekici bir örnektir.
Yaşanan bu dönüşüm yalnızca müzikte değil, sosyolojik anlamda da farklı karşılıklar bulmuştur. Arabesk müziğin artık toplumun farklı kesimlerince de kabul gördüğü, daha ılımlı bir ortamda ele alındığı bir dönem olmuştur. Bu sanatçıların bu dönemde repertuvar itibarıyla arabesk müzik ile taverna müzik olarak ortak repertuvar kullandığı görülmektedir.
Türkiye’de ilklerin yaşandığı bir yıl olan 1990’lar bu sefer toplumun pek alışık olmadığı ama daha sonra “90’ların klasiği,” “Bir bilet alana bir jilet bedava” gibi müzikseverlerin kalıplaşmış cümleleriyle hafızamızda yer edinecek bir ilklerin yaşandığı dönem oldu..
Mesela, Müslüm Gürses’in 1992’de Gülhane parkında verdiği konserde çoğu insan kendini jiletlemiş, ağaçlardan, direklerden atlamış intihar etmiş, bu olayların iyice yayılması üzerine bir süre sonra Gülhane konserleri kaldırılmıştı.
Müslüm Gürses’in genel hayran profilini inceleyecek olursak; bu kesim 18-28 yaş aralığında olan, ekseri olarak geleceğe dair umutlarını yitirmiş gençler olarak görülmekte idiler Bu profilin tipik özelliği kırdan kente göç eden ailelerin 2. kuşağı olmaları olduğu ifade ediliyor. Gelenekten kopmama çabasında olan bu kesim bir yandan modern olma gayretinde olurken veya diğer bir biçimde kentli olmayışı ama kentli olmaya çalışması bu profilin en tipik özelliğini yansıtmakta olduğu görülüyor..
Diğer yandan Türkiye’de Orhan Gencebay ile başladığı söylenen arabesk müziğin teknik oluşumu, sosyolojik bağlamını bulunca önü alınamaz kitlelerin sesi olmaya başlamış, bununla beraber her arabesk müzik sanatçısı kendi kitlesini oluşturmaya başlamıştır..O yıllarda arabeske giderek artan bu ilgi ve devlet tarafından sunulan uygun koşullar, kaldırılan yasaklar arabesk müziği artık daha da cazip bir hale getirmiştir.
2000’li yıllardan itibaren arabesk içerikleri de barındıran pop müziğin revaçta olmaya başladığı dönemde, gelişen teknolojinin de etkisiyle farklı farklı müzik tiplerinin ortaya çıktığını görmek mümkünken; teknoloji ile gelişen çalgı ve ekipmanların yeni tarzların ortaya çıkmasına imkan yarattığı görülüyor..
Günümüze bakacak olursak artık albümlerin yarısından fazlası dijital platformlarda yayınlanmakta iken hızla tüketilip derhal unutulmaktadır. Hızla gelişen teknoloji hızlı yemek (fast food) gibi artık hızlı müziği de (fast music) hayatımıza yerleştirmiş bulunmaktadır..
Hep bir soru vardır müzikseverlerin kafasında..”İLK ARABESK ŞARKI” kimdendir diye ?
İlk arabesk şarkıları seslendirenlerden Ahmet Sezgin’den bahsedilir bazı kaynaj yazılarda.. Yaklaşık elli yıl önce ‘Sevmek günah mı?’yı söylediğinde “İşte” demiş birileri, “Bu, arabesktir.”
‘Nerde akşam orda sabah ederim. Bahtımın peşinden ağlar giderim. Perişan oldum, derbederim. Söyle sevgilim bana, sevmek günah mı?’
O vakte kadar Türk halk müziği icra eden Ahmet Sezgin, arayı çok açmadan söylediği ‘Deryada Bir Salım Yok’ şarkısıyla arabesk müziğin ‘ilk yorumcusu’ olarak şöhreti yakalamış ve halkın takdirini kazanmış.
Bu şarkı, Orhan Gencebay’ın bestesiydi aslında deniliyor..; Ama arabeskin ‘Orhan Baba’sı o yıllarda Ahmet Sezgin’e bağlama çalan yetenekli bir müzisyenmiş sadece…
Hem ondan önce de, arabeski bir adım öteye taşıyacak başka bir isim daha var deniliyor: oda Suat Sayın imiş…
Yine kaynaklarda Türk sanat müziği ekolünden gelen Sayın’ın şarkılarını kim bilmez ki denilyor… Sırasıyla ”Sevemez Kimse Seni”, ”İntizar”, ”Nazende Sevgilim...”
Ferdi Tayfur’dan Zeki Müren’e onlarca sanatçıya beste veren ve kendi şarkılarını kadifemsi sesiyle yorumlayan bir isim Suat Sayın’…
Orhan, Ferdi ve Müslüm’den müteşekkil ‘üç büyükler’ dışında meraklısının bilip takip ettiği bu iki ‘baba’dan başka ama unuttuğumuz başka isimler yok mu ki acaba..?
Geriye bakıldığında Bergen, ‘Eller Aldı’ adlı şarkıyı okumuş, kaseti bir milyon satmış. Söyleyen herkesi ihya eden bu şarkının sırrı nedir? Duygulu bir müzik, acıklı sözler, sokakta misket oynayan çocuğun diline dolanacak kısa sözleri mi acaba !
‘Eller aldı, eller aldı, sevdiğimi eller aldı, mutlu süren yaşantımı, gözümdeki seller aldı…’
İhtimal ki Ferdiciler bir yandan Huri Sapan’ı da severler. ‘Huzurum Kalmadı’ filminde, arkasında bağlama çalan Ferdi Tayfur’a mikrofon uzatan ve böylece ona şöhret kapılarını açan bir şarkıcı rolündedir Huri Sapan . Oysa gerçekte Huri Hanım, Ferdi Tayfur’un filminin ismini taşıyan şarkıyla meşhur olmuştur. Nitekim kendisi de uzun yıllar türkü okuduğu halde bu arabesk parça sayesinde ‘isim’ olduğunu ve Ferdi’ye çok şey borçlu olduğunu söylemekten çekinmediği anlatılır.
Arabeskten filmciler de yararlandı ve sanatçıları halkın içine taşıdı. Albümler daha fazla satmaya başladı. Her iki taraf da kazandı; ama iş tamamen zamanla paraya döndü.
Günümüzde piyasadaki birkaç ünlü isim dışında, yeni isimlere şöhret yolu artık kapalı. Çoğu yapımcı, fiziki olarak CD basmıyor ve itunes gibi sitelerde şarkıları yayınlıyorlar
Türkiye müzik tarihinin yazıldığı Unkapanı Plakçılar Çarşısı,da internet ve korsana yenildi. Eskiden 1.5 milyar lira olan sektördeki iş hacmi, 50 milyon liraya kadar geriledi.
Halkın tabiriyle ”Solistler daha çok filmlerden götürüyor” artık parayı…
Bir zamanların Unkapanı’na ‘kurt kapanı’ derlerdi. Artık ortada ne kurt var ne kapan; in cin top oynuyor şimdi oralarda ..
Bir devrin çöküşü böyle oldu ne yazık ki..
VE yazımızı Usta sanatçı Ferdi Tayfur’un gerçekleştirmiş olduğu bir röportajındaki sözleriyle bitirelim..
”Bizden sonra ortalık bomboş.”
Ferdi Tayfur:”Yoksulluk, açlık, haksızlıklar bitmeden arabesk bitmez. Dünya düzeni değişmedikçe arabesk bitmeyecek. Arabesk sadece Türkiye’ye özgü değil. Her ülkenin arabeski var. Her ülkede acılar, yoksulluklar, haksızlıklar yaşanıyor. Bunlar var olduğu müddetçe de arabesk hep olacak. Şunu da söylemek istiyorum, Türkiye’de arabesk denilince akla dört isim geliyor. Ben, Orhan Gencebay, Müslüm Gürses ve İbrahim Tatlıses. Mahşerin dört atlısıydık. Beşincisi yok. Bizim gibi bir dörtlü bir daha çıkmaz. Bakın şimdi arabesk dünyasına, bizden sonra ortalık bomboş.”
Haberi Derleyen Editör: GAZETECİ YAZAR YILMAZ KURŞUN